Gazi
Katledilen ve
Direnen Halktı,
Katleden Devletti,
Yani, Susurluk'takiler...
Karanlığın içinden çıkıp gelen katiller, geride Halil Dede'nin cansız bedenini bıraktıktan sonra yine karanlığa dalıyorlar Korkuyorlar, yaptıklarının suç olduğunu biliyorlar, halk görmesin, tanımasın istiyorlar. Ama boşuna, hesaplar tutmuyor. Zifiri karanlıklar bile kimliklerini saklamaya yetmiyor. Daha Susurluk yaşanmamıştır ama halk Susurluktakileri o günden görüyor, katilleri tanıyor. Katiller polistir, kontrgerilladır, devlettir.
Katliam haberi dalga dalga yayıldıkça Gazi Halkı İsmetpaşa Caddesi'ne akıyor. Kalabalık büyüdükçe öfke de büyüyor. Büyüyor, büyüyor ve Gazi'den dışarı taşıyor. Öfke tüm İstanbul'u, tüm ülkeyi sarıyor.
Radyolardan, televizyon ekranlarındaki alt yazılardan katliam haberini duyanlar evlerinden dışarı fırlıyorlar. Gazi'de tanıdıkları olanlar telefonlara sarılıyor. "Belki" diyorlar "doğru değildir, yanlış haberdir." Düşmanı yakından tanıyanlar ise katilin kimliği hakkında hiç tereddüte düşmüyorlar. Onları Maraş, Sivas, Çorum katliamlarından tanıyorlar, çoluk çocuk, yaşlı, hasta, hamile demeden şişleyerek, keserek, yakarak Maraş'ta yaptıkları katliamdan tanıyorlar. 12 Mart'ta İstanbul Üniversitesi'nden çıkan gençlerin üzerine sıktıkları kurşunlardan, attıkları bombalardan tanıyorlar. Kürdistan'da kelle avcısı özel timcilerin kestikleri kelle, kulakla, oydukları gözle gösteren fotoğraşarından tanıyorlar.
DHKC'liler ise katilleri çok daha yakından tanıyorlardı. 12 Temmuzlar, 17 Nisanlar ve daha onlarca katliam dipdiri hafızalarda yaşıyordu. Daha yakında Bağcılar'da, Sultançiftliği'nde yaptıkları katliamların kanı kurumamıştı. Ve hiç tereddüt etmedi DHKC'liler, ne talimat, ne emir beklemediler. Katliamın failleri belliydi, hedef belliydi, yapılması gerekenler belliydi. İstanbul'un dört bir yanından Okmeydanı, Nurtepe, Alibeyköy; Armutlu, Gültepe, İkitelli, Ümraniye'den, kimi yerden halkla birlikte toplu olarak, kortejlerle yürüyerek, kimi yerden bulabildikleri araçlarla, kimi yerden üçer, beşer, onar kişi, kimi yerden tek tek aktılar Gazi'ye. Gün mücadele günüydü, gün tüm kaygıları, hesapları bir kenara bırakıp düşmanla açık savaşı göze alma günüydü, gün düşmandan hesap sorma günüydü. Düşmanla hasabı olanlar aktı Gazi'ye. Gazi zulme karşı başkaldırışın, isyanın adı oldu. İsyan yayıldı dalga dalga, Gazi İstanbul, İstanbul Gazi oldu. Yayıldı tüm ülkeye.
SUSURLUK'TAKİ
KATİL
KUZU POSTUNDA
GAZİ'DE
Yıl 1996 3 Kasım, Susurluk. Televizyonlar Susurluk'ta kamyona çarpan bir Mercedesin kaza haberini veriyor. Biraz sonra kazada ölenlerin ve yaralıların isimleri açıklanıyor. Yaralı kurtulan Sedat Bucak. DYP milletvekili, korucubaşı. Genel olarak pek tanınan biri değil. Milletvekili olduğunu bilen bile pek az insan vardır. Diğeri Abdullah Çatlı, faşist katil. Eskiler iyi bilir ama genç kuşaklar da onu pek tanımaz. Bir diğeri ise Hüseyin Kocadağ. İşte bu isim Gazi direnişini yaşayan, ayaklanmayı yakından izleyenlerin hemen hatırlayabileceği bir isim. Parti-Cepheliler ise onu daha öncesinden İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olduktan sonra, Bağcılar ve Sultançiftliği'ndeki infazlardan tanıyorlar. Sonra ayaklanma sırasında Gazi'de görüldü. Susurluktaki Hüseyin Kocadağ ismi hafızalarda tekrar Gazi'deki ayaklanmayı canlandırıyor.
Öfke İstanbul'un dörtbir tarafından yollara, caddelere akıp Gazi'ye doğru yol alırken Gazi'de düşmanla çatışma devam etmektedir. Sayıları ikibini bulan halk düşmanı ininde kıstırmıştı. Karakol'un önüne kurdukları cılız barikatın ardında tir tir titreyen karakolda görevli işkencecilerin imdadına panzerlerle gelen çevik kuvvet yetişiyor. Halkı tarıyorlar, panzerlerle saldırıyorlar. Ama kaçmıyor kimse, inadına taşlarıyla yürüyorlar düşmanın üzerine. DHKC'liler yine en önde çarpışıyorlar. Taşlarıyla karşılıyorlar düşmanın kurşunlarını. Gençler bedenlerini siper ediyorlar panzerlerin önüne. Yaralananlar, gözaltına alınanlar oluyor. Düşman saldırıyor, panzerler ilerliyor halkın üzerine ama panik yok. Çatışarak, barikatlar kurularak geri çekiliniyor. Düşman yükleniyor. İlerliyor. Tam duruma hakim olduğunu zannettiği anda yanıldığını anlıyor. Tam bir sokak savaşı. Halk eline geçirdiği taş, tuğla, tahta parçası ne varsa silah yapıp yükleniyor düşmana. Bu sefer geri çekilme sırası polislerde. Panik halinde inlerine çekiliyorlar. Cadde artık direnişçilerin denetiminde. Barikatlar güçlendirilmeye başlanıyor. Ateşler yakılıyor. Genç, yaşlı, çocuklar barikatların ardında. Düşman tekrar ilerlemeyi deniyor. Ama direnişin kararlılığına çarpıyor. Barikatta patlayan tüple paniğe kapılıyor. Ateş ederek geri çekiliyor.
Saat gece yarısını geçmiş. Düşman artık saldırmaktan vazgeçiyor. Yenilgiyi kabul etmiş. Direnişçiler barikatlarını sağlamlaştırarak, yeni barikatlar kurarak, nöbetçiler bırakıp Cemevi'ne doğru geri çekiliyorlar. Cemevi'nin çevresi kalabalık. İçerisi de tıklım tıklım girilecek gibi değil. Gazi'li akın etmiş gelmiş. Parti Cepheliler ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Bu arada "Hüseyin Kocadağ" ismi geçiyor. Parti Cepheliler bunun ne işi var burada diye düşünüyorlar. Düşünce, "Kontrgerilla Defol", "Bağcıların Sorumlusu", "Devrimcilerin Katili", "Hesap Soracağız" haykırışlarına ve tepkiye dönüşüyor. Katliamın sorumlularından olan bu katil Dernek Yöneticileriyle aynı masaya oturmuş konuşuyorlar. Kısa bir süre sonra ise DHKC taraftarları tarafından kovularak dernekten çıkarılıyor.
Daha sonra çok şey söylendi onun hakkında, burjuva basını övgüler düzdü. Neymiş "Kocadağ da Aleviymiş, Alevi kanı akmasını istemiyormuş, katliama karşıymış" vb. Hatta İstanbul'daki görevinden alındıktan sonra da "Gazi olaylarında amirleriyle anlaşmazlığa düştüğü için görevden alındığı" söylendi. Kimine göre de o bir "solcu"ydu. Ama devrimciler için Hüseyin Kocadağ'ın ne olup olmadığı da, Gazi'ye ne için geldiği de açık ve netti. O eli devrimci kanına bulaşmış, infazların başındaki kontrgerillanın bir katiliydi. Kürdistan'da Özel Tim'de görev yapmıştı. Peki Özel Tim ne yapıyor? Halka karşı savaşıyor. Devrimcileri, yurtseverleri, halkı katlediyor. Kelle avcılığı yapıyor. O bu işleri yapmış, bu işleri yapanları yetiştirmiş, eğitmişti. Yani o halk düşmanı bir katildi.
Düşman sinsi, kurnaz davranıyor. Katliamla halkı sindireceğini, teslim alabileceğini zannetti. Ama evdeki hesap çarşıya uymayınca, beklemediği bir direnişle karşılaşınca, Alevi kimliğinden yararlanılarak, direnişin kırılması için Kocadağ Cemevi yöneticilerini ikna etmeye yollanıyor. Kocadağ'da büyük ihtimalle planlayıcılarından biri olduğu katliamın ardından, bu sefer de kuzu postuna bürünerek katliama karşı büyüyen tepkiyi engellemek için Gazi'ye geliyordu. Susurluktaki kaza çok daha açık bir şekilde bu gerçeği tüm halkın gözünde daha da netleştirdi. Gazi katliamının sorumluları Susurluktakilerdi. Hüseyin Kocadağ bir kontrgerillacıydı ve hakettiği cezayı kaza sonucu da olsa bulmuştu.
KONTRGERİLLA
ÜMRANİYE'DE
Tarih 15 Mart 1985. Ümraniye'nin emekçi halkı Gazi'den yayılan isyan ateşine sessiz kalmıyor. Bir gün önce 5 bin kişiyle yapılan gösteriden sonra 5 Mart'ın sabahı yeni bir gösterinin hazırlıklarına tanık oluyor.
Birlik Mahallesi'nde toplanmaya başlayan halk saat 11.00 civarında 1 Mayıs Mahallesi'ne doğru yürüyüşe geçti. Kortej "Gazi Halkı Yalnız Değildir", "Kahrolsun Faşizm", "Halkız Haklıyız Kazanacağız" sloganlarıyla 1 Mayıs Mahallesi'ne vardığında yol boyunca katılanlarla sayı 10 bini aşmıştı. Sloganlarla 1 Mayıs'a gelen halk buradan Göztepe'deki Şahkulu Sultan Dergahı'na doğru yürüyüşünü sürdürdü. E-5 karayoluna çıkmadan kortejin önü polis barikatıyla kesildi. Devrimcilerin ısrarla barikatı aşma çabasına rağmen, Alevi dernekleri yöneticilerinin uzlaşmacı tutumu barikatların aşılabilmesini engelledi. Barikatlar fiili olarak zorlanmadan kitle geri döndü.
Gösterinin başladığı noktaya yaklaşıldığında polis yine barikat kurarak kitlenin önünü kesti. Ancak bu kez daha fazla sabredemedi halk. Uzlaşmacıların araya girmesine fırsat verilmedi. Gazinin isyan ateşi sardı ortalığı. Öfke, taş sopa oldu yağdı polislerin üzerine.
Ama düşman kalleş. Göğüs göğüse çarpışmaya cesareti yok. Geri çekilip kaçarken, bu kez ateş açılıyordu halkın üzerine. Yakındaki 30 Ağustos İlköğretim Okulu'nda ve inşaatta pusuya yatmış katiller ölüm kusuyordu. Ama kaçmadı Ümraniye'nin emekçileri, dağılmadılar. Ümraniye de bir Gazi olmuştu artık. Barikatlar kurulmaya başlandı hemen. Barikatların kurulduğunu gören katiller bir kez daha yenildiklerini anlayarak gerilerinde 9 şehit, yüze yakın yaralı bırakıp inlerine geri döndüler.
Halk Katilleri Tanıyor
Katiller pusuya yattıkları yerde kendilerini saklamaya çalışsalar da halk görmüştü onları. Yabancı değillerdi, kimlikleri iyi biliniyordu. Aynı bölgede daha önce görev yapan polislerdi. Biri "Ülkücü Turan" olarak tanınan sivil polisti, diğeri Apo ... adıyla tanınıyordu. Bir diğeri ise işkenceci olarak bilinen Ümraniye Karakolu'nda görevli polis Ahmet...
Polisler inlerine çekilince yerini bu sefer askerler aldı. Askerlerin halka saldırmaması ve uzlaşmacıların da bunu fırsat bilerek tekrar sahneye çıkması etkisini gösterince halk saat 21.00'e geldiğinde barikatları kendiliğinden boşaltarak evlerine dönüyordu.
KATİLLER
HALA ARAMIZDA
Katillerse hala ellerini kollarını sallayarak dolaşıyor. Onları halkın üzerine ateş ettirenlerin yakalayarak, yargılaması beklenemez elbette. Devlet kontrgerilla devleti, hukuk kontrgerilla hukukudur. Bunun en somut örneğini bugün Susurluk olayında yaşıyoruz. Emri verenler, bin operasyonları gerçekleştirenler, yüzlerce, binlerce insanı katledenler hiçbir şey olmamış gibi ortalıkta dolaşıyorlar. İbrahim Şahin resmi korumalarıyla "kaçak" geziyor, gazeteciler yerini buluyor ama devlet "bulamıyor". Üzerine devletin resmi görevlilerinin ifadeleri olmasına, aleyhinde onlarca maddi kanıt bulunmasına rağmen Kontra şefi Ağar hala çalım satarak dolaşıyor. Biri güya DGM'den kaçıp kayıplara karışıyor.
Herkesin gözü önün de danışıklı döğüş oynayıp halkla alay ediyorlar. Ama elbet bu kervan hep böyle yürümez, yürümemeli, yürümeyeceğini göstermeliyiz.